Ünlü filozof James William soru sorar “Hayat yaşamaya değer mi?” belli ki bu sorunun çağlar boyunca sorulduğu ve çağlar boyunca da değişik cevapların verildiği ortadadır.
Seneca, Epictetus, Zenon gibi uygarlığın eşiğine gelen toplumların filozofları geçmişin izlerini de takip ederek bu sorulara değişik cevaplar vermişler. Eskiden yüksek ağaçlara bakarak ilham alan insanoğlu bu yüksek ağaçların yerine gökdelenlerin yükseltilerini ikame edebiliyorlar mı bilinmez ancak zaman içerisinde insanın sürekli anlam arayışının ve bunu bulma şeklinin de değiştiğini kabul etmek gerekiyor.
Günümüz insanı da bu soruya değişik cevaplar vermekte; arkamdaki masada oturan genç kız ile nişanlısı veya sevgilisi olan çocuk bunun cevabını sanırım gidecekleri etkinliklerin kaç dolara mal olacağını hesaplayarak ve birbirlerinin yüzüne bile bakmadan ellerindeki telefonlardan gözlerini bir an olsun ayırmadan veriyorlar. Ancak kahvaltı yaptığımız bu güzel bahçe içerisindeki hayvanların, börtü böceğin dolaştığı ve sonbaharın en hüzünlü zamanlarının tescili anlamına gelen değişik renk ve yapraklardaki ağaçların görüntüsü altında bu tür bir bakış açısının ve kaygısının yeri varsa insanlık gelişimi boyunca bir şeylerin yanlış gittiğini de görmek gerekir.
İlkel atalarımızın özellikle beyinlerini sürekli geliştirdiklerini ve değiştirdiklerini düşünürsek beyne dördüncü bir beyni ekleyen bu atalarımızın dördüncü beyne yükledikleri görevlerin zaman içerisinde neden değişik yönlere kanalize olduğunu da sorgulamak günümüzde bir zorunluluk halini almış gibi görünüyor. Dördüncü beyin eğer en gelişmiş beyin ve sosyal ise günümüzde dünya çapındaki savaş çığırtkanlığının her ülkenin başka ülke üzerindeki emellerinin global ve bireysel şiddetin insanları pirimat öncesi devire götürdüğü ve sanki milyonlarca yıldır şekil dışında hiçbir şeyin değişmediğinin görüntüsü insanlık tarihinin en karanlık dönemlerinin daha gelmediği sinyalini verdiği günümüzde bu beynin pek de gelişmiş son nesil bir beyin olduğunu söyleyemeyiz herhalde.
O zaman başlangıçtaki soruyu biraz daha analiz etmemiz gerekiyor hayatın yaşamaya değer olup olmadığının cevabını filozof “Amaç” olarak belirtse de yine de insanın kafasında bazı köşelerin yerine tam oturmadığını görmek mümkün hayatı yaşamaya değer kılan şeyin amaç olduğunu varsayarsak bu amacın ne olduğunun da cevabının herkes tarafından ortak bir zeminde verilmesi gerektiğini söylemek durumundayız. Amacı her bireyin bir erim noktası olarak görmek bizi tatmin etmez amacı toplumun erim noktası olarak görmemiz gerekir ki bu durumda milyonlarca yıldır geldiğimiz noktanın bir arpa boyu ile ölçülemeyecek kadar bile küçük olduğunu görebiliriz. Bireysel amacına ulaşan bir insanın hayatın yaşamaya değer olduğunu ola ki olmadığını düşünmesi zaten bir çarpıklığın sonucu olarak karşımıza çıkacaktır. Amaç bireysel bir tatmin aracı gibi karşımızda durduğu sürece insanın bu amacı gerçekleştirip gerçekleştirmediği tamamen insanın öznel durumuna kalmış oluyor. Yani kendini tatmin etmek için amacına ulaştığını varsaymak ve insanın kendini kandırmaktan öteye gidemeyecek bir sonuca ulaştığını varsaymak insanın kendisini kandırmasından başka bir şey değildir.
O halde amacın bütün toplumu bir yere götürecek bir yöne kanalize olması gerekiyor, insanoğlu bunu dördüncü beyni ile ne yazık ki başaramadı, beşinci beyne geçiş yapar mı yaparsa beşinci beyin bunu başarabilir mi sorusunun cevabını binlerce sonraki kuşak eğer makinelere teslim olmamışlar ise verebilecektir.
Bir sonraki yazımda konuyu biraz daha detaylandırmaya çalışacağım.
Yorumlar
Yorum Gönder